} -->

Social Icons

DİYARBAKIR

Featured Posts

13 Mayıs 2013 Pazartesi

DİYARBAKIR HZ. SÜLEYMAN CAMİİ


Kale – Hz Süleyman Camisi (Mizgefta Hezretî Silêman)
Kela Navîn’in sur duvarlarına bitişik olarak inşa edilen cami, halk arasında Hz. Süleyman ve Nasiriye Cami olarak da bilinir. Diyarbakır’ın müslümanlar tarafından alınması sırasında şehit düşen 27 sahabe burada defnedilmiş, daha sonra burası bir ziyaret ve ibadet yerine dönüşmüştür. Caminin üzerinde bulunan kitabeye göre, 1156-1179 yılları arasında Nisanoğulları Dönemi’nde Ebul Kasım Ali tarafından yaptırılmıştır. Bu türbede caminin içine ve avluya açılan iki tarihi kapı vardır. Caminin bitişiğindeki türbede yatan sahabelerin varlığı ve bu sahabelerle ilgili efsanelerden dolayı özellikle perşembe akşamları ve cuma günleri yoğun olarak ziyaret edilir.
27 Sahabe Efsanesi:
Murtaza Paşa döneminde bu şehit sahabelerin türbedarı Şeyh Muhyiddin Efendi imiş. Türbedar her perşembe akşamı şehitlerin cenazelerinin bulunduğu mahzene iner, onların bozulmamış bedenlerindeki yaralarından akan kanı pamukla siler ve temizlermiş. Bir gün pamuk alacak parası kalmadığı için çarşıda sıkıntı içinde gidip gelmeye başlamış. Bir ara ak harmanili bir zat karşısına çıkmış ve kendisine  para vermiş. Türbedar bu para ile pamuk alıp, şehitlerin kanını silmek üzere mahzene gitmiş. Şehitlerin üzerinde Murtaza Paşa tarafından yenilene
n bir örtü varmış. O güne kadar örtüyü kaldırıp cenazelere bakmayan türbedar, merak edip örtüyü kaldırmış ve örtünün altında gördüğü kişinin çarşıda kendisine para veren zat olduğunu görmüş ve korkudan dili tutulmuş. Bu olay duyulunca şehitlerin kanları artık akmaz olmuş, bir süre sonra mahzene açılan kapı duvarla örülmüştür.
Şu an bu mahzene inen herhangi bir kapı yoktur ve eski kapının da nerede olduğu bilinmemektedir. Bu sahabelerin isimleri Murtaza Paşa döneminde yazıldığı anlaşılan manzum bir kitabe üzerinde yazılıdır:
“Reis-i cümledir Sultan Süleyman
Rıdvan kardeşi Mesud ey can
Beşir u Hazma, Amr u Şabe, Sabi
İki Zeyd, iki Halid, biri Numan
Muhammed iki, Abdullah üçdür
Hasan nam iki, biri Kab’i Zişan
Fudayl u Malik u Fahr u Ebul Hamd
Ebi Nasr u Magir’e eyle izan. ”
Buradaki isim listesinden 27 sahabenin burada yattığı anlaşılır.








25 Nisan 2013 Perşembe

DİYARBAKIR KEÇİ BURCU

...DİYARBAKIR KEÇİ BURCU...
Eski bir masal kenti Diyarbakır. Surların ve zamanın gizemli derinliklerinde bir keşfe çıkıyoruz.

Diyarbakır surları 5,5 km. uzunluğu, 12 metre yüksekliği, 5 metre kalınlığı ile Çin Seddi'nden sonra yeryüzünde en büyük sur olma özelliğini taşıyor. Dicle vadisinden yaklaşık 100 metre yükseklikte geniş birdüzlük üzerine kurulmuş. Dış kalenin 82 burcu var. Burçlar arasında geniş bir yol var. Duvarlar 70 santimetre kalınlığında. Burçlar çoğunlukla yuvarlak, ancak dört ve altı köşeli olanlar da var.






 Keçi Burcu Mardin kapısından yüz metre doğuda yer alıyor. Mardin kapı ve Keçi burcu arasındaki beden duvarları ve burçları Halife Murtezid Billah’ın Diyarbakır’ı ele geçirdikten sonra asilerin barınağı olarak kullanılmasını önlemek amacı ile yıktırdığı kaynaklarda geçer.

Keçi Burcu sur burçlarının en büyüğü ve aynı zamanda en eskisi. Yontulmuş bir kaya kütlesine inşa edilmiş

. Milattan önce şehrin hâkimi olan Hurriler tarafından yapılan ve milattan sonra 349 yılında Roma İmparatoru Konstantinos tarafından genişletilerek bazı kısımları onarılan Keçi Burcu’nun, İmparator Justinianus tarafından bugünkü şekline getirildiği tahmin ediliyor. Merdivenlerle burca çıkılan kısımda beyaz kalker taşından yapılmış 1223 yılında Mervanoğulları tarafından onarıldığını belirten bir kitabe var. Bu kitabenin altında kare planlı bir pencere bulunuyor. Burcun en dip kısmında bir demir kapı kanadı olan bir giriş var.

Surların en büyük burcu olması ve yontulmuş bir kaya kütlesiyle Dicle’ye bakan yamaçta olması bu burcun aynı zamanda bir gözetleme kulesi olarak işlev görmüş olabileceğini düşündürüyor. 

Burcun üzerinde çok sayıda mazgal pencere var. Burç içerisinde 11 kemer bulunuyor. Eskiden tapınak olarak kullanıldığı sanılan burcun son bölümünde bir kuyu ve yeraltı geçidini andıran dehliz bulunmuş fakat üzeri beton bir blokla kapatılmış. Keçi Burcu'nun hemen yanında uçuruma yaklaşık bir metre mesafede ufak bir geçit yer var.

17 Mart 2013 Pazar

Diyarbakır Hasan Paşa Hanı

                      Diyarbakır Hasan Paşa Hanı 


Hasan Paşa HanıDiyarbakır'da Ulu Camii'nin doğu girişinin karşısında, Gazi Caddesi'nin üzerinde yer alan tarihî han. Hanın iki kitabesinden öğrenildiğine göre, Diyarbakır'ın Osmanlılar tarafından alınmasından sonra üçüncü vali olan Sokollu Mehmet Paşa'nın oğlu Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572 ve 1575 yılları arasında yaptırılmıştır.


Diyarbakır valilerinden Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572 ve 1575 yılları arasında inşa etti­rilmiş olan bu han tarih boyunca Diyarbakır'ı ziyaret eden sey­yahların da hemen dikkatini çekmiş ve han hakkın­da seyyahlar önemli bilgiler vermişlerdir 

                                                                                       Tarihçe

1612 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Leh Simeon, şehre geldiği zaman indiği Hasan Paşa Hanı'nı şu şekilde tasvir etmiştir:
...Muazzam kârgir bir bina olan bu hanın 500 beygiri barındırabilecek yer altında iki ahırı, renga­renk demir parmaklıklarla çevrilmiş çok güzel ha­vuzu, üç kat üzerine birçok kârgir odaları vardı...
Yine daha sonraki tarihlerde Diyarbakır'a gelen Evliya ÇelebiGugios İnciciyan ve James Silk Buckingham Hasan Paşa Han'ından önemle bahsetmişler­dir. Bunlardan Buckingam'ın 1815 yılı için verdiği bilgiler arasında hububat piyasasının burada toplan­dığı hakkındaki kaydı, 19. yüzyılda da bu hanın büyük bir öneme sahip olduğunu göstermektedir.
Hasan Paşa Hanı'nın 19. yüzyılın ilk yarısında da Diyarbakır'ın en önemli hanlarından birisi olduğu görülmektedir. 3 Ekim 1792 tarihinde Diyarbakır va­lilerinden Abdi Paşa'nın kethüdası Nuh Beğ zimme­tinde olan 54.000 kuruşu ödemediğinden bütün mal­ları bu handa hıfz edilmiştir. 25 Aralık 1802 tarih­li bir fermandan, Diyarbakır'da eceliyle vefat eden Di­yarbakır valisi Zühtü İsmail Paşa'nın eşyalarının yine Hasan Paşa Hanı'nda toplandığı anlaşılmaktadır. 5 Ağustos 1843 tarihli bir arzda da muhtemelen 1833 yılında Diyarbakır'da vuku bulan yangın esnasında Fransız rahiplerinden birinin eşyalarının kurtarılarak burada saklandığı görülmektedir. Bütün bu belge­ler, Hasan Paşa Hanı'nın incelenen dönemdeki öne­mini ortaya koyduğu gibi Diyarbakır'a dışarıdan gelip bu handa vefat eden tüccarların tereke kayıtları da Hasan Paşa Hanı'nın önemli bir tüccar hanı olduğu­nu göstermektedir.
Temmuz 1724 tarihli bir hüccetten Şehit Mehmed Paşa evkafından olduğu tespit edilen hanın, 19. yüzyılda yan hasılatının Rağibiyye Medresesi'ne ait olduğu görülmektedir. Diyarbakır ulemasın­dan Küçük Ahmed ve Hacı Mehmed Ragıb Efendi 1840 tarihli arzlarında, söz konusu hanın yan hası­latının Rağibiyye Medresesi'ne ait olduğunu ancak 1833 yılından beri askere kışla ittihaz edildiğini be­lirterek, 7 senelik icarın yarısı olan 3.000 kuruşun ödenmesini ve hanın askerden tahliyesini istemişler­dir. Bununla birlikte 11 Nisan 1842 ve 7 Eylül 1842 tarihli vilayet masraf defterinden anlaşıldığı üzere, Hasan Paşa Hanı'ndaki askerler buradan tahli­ye edilmemiş ve ikamet etmeye devam etmişlerdir. Ancak söz konusu defterlerden 6 ay için 400 kuruş olmak üzere hanın icarının ödendiği anlaşılmaktadır.







Restorasyon

Restorasyonda Muğla’dan getirtilen çeşitli malzemelerin karışımından özenle hazırladıkları Horasan Harcı da denilen bir harç kullanılmıştır. Bu harç hem yapının orijinal dokusuna uygunluğu hem de binlerce yılı bulan ömrü ile sağlamlığından dolayı tercih edilmiştir.Yapının kimi bölümleri de yalnızca silme denilen bir zımparalama işlemine tabi tutulmuştur.
Handa günümüzde telkari işi süs eşyasından antikaya kadar çeşitli eşya satan dükkânların yanı sıra lokanta ve cafelerle bir kitapevi de mevcuttur. Hemen her yaştan insanın uğradığı han Diyarbakır'ın tarihi ve turistik yapıları arasında yer almaktadır.

Özellik

Hasan Paşa Hanı’nın en çok dikkat çeken yerlerinin başında batı cephesi gelmektedir. Üzerinde kare bir çerçeve içerisine alınmış olan kufi yazılı batı kapısı dışarıya taşkınlık yapmamakta içeriye dönük bir eyvana benzemektedir. Basık kemerli bir kapıdan geçildikten sonra beşik tonozlu bir kısma oradan da avluya çıkılmaktadır. Avlunun ortasında altı sütunlu, bezemesiz bir şadırvan bulunmaktadır ve buradaki alt kat odaları sivri kemerlerle avluya açılmaktadır. Buradaki revakların üzeri beşik tonozlarla örtülmüştür. Altı beşik tonozlu dükkânların ikinci katından taşan iki süslü pencereyle dışarıya açılan orta kısım yapıyı tamamlamaktadır. İki renkli taş sıralarının yatay olarak cephelerde kullanılması yapıyı olduğundan da uzun göstermektedir. Handa dikkat çeken diğer bir yanı da iki katın revaklarında yer alan sütunların birbiri üzerine oturmasına karşılık ikinci katta avluya doğru taşan taş konsolların yer almasıdır. Hasan Paşa Hanı günümüzde çeşitli amaçlarla kullanıldığından özelliğini kısmen olsa yitirmiştir.

20 Aralık 2012 Perşembe

Diyarbakır Dört Ayaklı Minare

      DİYARBAKIR DÖRT AYAKLI MİNARE






DÖRT AYAKLI MiNARE: Akkoyunlu Kasım Han tarafından yaptırılan Şeyh mutahhar Ca­mii'sinin dört ayaklı minaresi yekpare dört sütun üzerinde inşaa ettirilmiş ilginç anıtlardandır. Minarenin sütunları altından yedi defa geçenin her dileğinin yerine geldiğine inanılır. 


Şeyh Mutahhar Camii, halk arasında 4 Ayaklı Minare diye de anılır. 

Balıkçılarbaşı semtindeki Kasım padişah diye de adlandırılır. Camii Şeyh Mutahhar türbesinin bulunduğu arsa üzerinde inşa edildiği için bu adı almıştır. Minaresindeki kitabesinde camiinin 1500 tarihinde Akkoyunlu sultanı Kasım Bey'in zamanında yapıldığı yazar. 4 yalın sütun ile başlıklar üzerinde oturan kare mimarisi ile Anadolu camiileri içinde tek örnek oluşturmaktadır. Halk arasında dilek tutup minarenin altından 7 defa geçenlerin dileğinin gerçekleştiğine inanılır.



Diyarbakır’da Hasan Hanı’nın yanındaki dar bir sokak içerisinde bulunan Şeyh Mutahhar Camisi, halk arasında Şeyh Matar Camisi olarak da tanınmaktadır. Minaresi üzerindeki kitabesinden Akkoyunlu Sultanı Sultan Kasım tarafından 1500 yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Bu yüzden de bu camiye Kasım Padişah Camisi de denilmektedir. Cami Şeyh Mutahhar’ın arsası üzerinde yapıldığından Onun ismi ile anılmıştır. Caminin mimarı belli değildir. 

Günümüze iyi bir durumda gelebilen cami, bir sıra beyaz, bir sıra da siyah taştan yapılmıştır. Güneydoğu Anadolu’nun kendine özgün bir özelliği olan taş mimari burada da görülmektedir. Kare planlı tek kubbeli bir camidir. Ön kısmında iki köşeli paye ve iki sütundan oluşan üç bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekanının üzerini örten kubbe trompludur. Caminin doğu ve batı duvarında üçer penceresi vardır. Mihrap duvarında pencere bulunmamaktadır. Mihrabın iki yanında bulunan üzerleri pencere kemeri gibi duran bölümler gerçekte birer geçittir. Bu geçitlerden çıkan merdivenler üst kattaki küçük birer mahfile çıkışı sağlamaktadır. Mahfiller caminin içerisine yuvarlak kemerle açılmakta ve böylece içeride hareketli bir görünüm sağlanmıştır. Bu mahfillerin önemli bir fonksiyonu olmayıp, büyük olasılıkla mimar burada değişiklik aramıştır. Caminin mihrap ve minberi oldukça sadedir. 

Caminin en önemli yeri minaresi olup, bu tür minareye Diyarbakır ve çevresinde rastlanmamaktadır. Minare dört kalın ve sade sütun üzerine oturtulmuştur. Gövde siyah beyaz taşlardan yapılmıştır. Minare üzerinde kitabesi vardır. Minare gövdesi kare olup, üzerinde bir balkon ve petek bulunmaktadır. Büyük olasılıkla bu minare sonraki dönemde camiye eklenmiştir. 

16 Ekim 2012 Salı

                               DİYARBAKIR ONGÖZLÜ KÖPRÜ        





Tarihi değerler açısında Anadolu’nun en zengin ve en eski kentlerinden biri olan Diyarbakır, tarihsel süreçte yaşadığı birçok yağmalama sonrasında birçok yapının orijinalliğinin yitirildiği göze çarpmakta...
Şüphesiz Diyarbakır denildiği zaman, Diyarbakırlının hafızasında oluşan yapıların başında on gözlü köprü ve Hevsel (Efsel) bahçeleri gelmekte, bu hatırlanma sadece Diyarbakır insanı için değil birçok farklı kültüre mensup dünya insanı içinde kimi zaman önem taşıyor.
On gözlü köprü Diyarbakır için tarih boyunca en önemli yapıların başında gelmiştir, stratejik anlamda Dicle nehrinin iki yakasını biri birine bağlayan bu yapı yapılan savaşlarda daima en çok korunan mekânların başında gelmiştir çünkü Diyarbakır’a geçmenin tek bağlantısını her zaman için bu köprü sağlamıştır.
Şimdilerde on gözlü olarak anılan bu Köprünün orijinal yapısının aslında 11 gözden ibaret olduğu açıkça görünmektedir, bunu belirleyen birçok şekilsel değişiklik vardır, Köprünün doğu ve batı yol girişlerine bakıldığı zaman batı tarafından ilk 5 göz üzerinde bulunan yolun daha geniş olduğu 6-7-8. göz üzerinde bulunan yolun daraldığı 9 ve 10. gözden sonra tekrar genişlediği görülmekte, köprünün gözleri simetrik olarak alındığı zamanda 6-7 ve 8. gözün diğer gözlerden daha geniş olduğu rahatlıkla anlaşılmakta. Köprüde meydana gelen bu değişiklikler yapılan bir savaş öncesinde hazırlıksız yakalanan Diyarbakır Beylerinin savunma amaçlı patlattığı ve sonraki dönemlerde tekrar yaptırıldığı yapılan onarımda 4 gözün yerine 3 gözün inşaa ettirildiği rivayet ediliyor.
ALLAH’A GİDEN YOL
On gözlü Köprünün Güneyine akan Dicle nehri Allaha giden yol olarak ta anılır, bölge insanı Kurban Bayramını arifesinde dileklerini yazar ve Dicle nehrine atarlar, buna benze bir olayı da yakın zaman içerisinde beraber gittiğim Japon din adamları da aynı görüşte olduklarını söylediler, Japon din adamları köprü üzerinde bolca dua edip yakarışta bulundular sorduğumuz zaman da bu mekanın Allaha giden yolun başlangıcı olduğunu söylediler..
Köprünün Doğu yakasında bulunan Kırklar Dağının ilk İnsan Hz. Adem’in yeryüzüne indiği ilk yer olarak anılır, bu dağın Hz. Adem’in kırk suyla yıkandığı yerin olduğu ve dağın ismine kırklar dağı verildiği söylenir, dağ üzerinde bulunan bir ayak izinin de Hz. Adem’in ayak izi olduğu söylenir.
Hz. Adem’in 6. göbekten torunu olan Hz. Şit (A.S)’ın oğlu, Hz. Enuş (A.S)’ın kabri Diyarbakır’ın Ergani ilçesindedir ve Ergani Çay önü insanoğlunun toplu yaşama başladığı ilk yerdir.

26 Temmuz 2012 Perşembe

DİYARBAKIR ULUCAMİ

                DİYARBAKIR ULUCAMİ











Diyarbakır Balıkçılarbaşı semti Ulu Cami Mahallesi’nde bulunan bu cami Anadolu’nun en eski camilerinden birisidir. Arap orduları 639 tarihinde Diyarbakır’ı ele geçirdiği zaman buradaki büyük bir kiliseyi cami olarak kullanmıştır.

Büyük Selçuklu hükümdarlığı zamanında Vali Amidüddevle 1090 yılında yıkılmaya yüz tutan bu yapıyı Sultan Melik Şah’ın isteği ile yeniden onarmıştır. Bununla ilgili 1091 tarihli kufi yazılı bir kitabeyi camiye yerleştirmiştir. Bu onarımdan sonra 1115 yılında bir deprem ve yangın sonucu yapı büyük zarar görmüştür. Sonraki yıllarda Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev, 1241’de Osmanlı Padişahı IV.MehmeT, Ak koyunlu Uzun Hasan bu camiyi onarmış ve bununla ilgili kitabelerini duvarlara yerleştirmiştir.

Ulu Cami, çeşitli zamanlarda değişik dönemlerde onarılmış ve her onarımda yeni yapılar eklenerek bugünkü şeklini almıştır. Caminin duvarlarında bazı ustaların isimlerine de rastlanmakla beraber, bu ustaların caminin hangi bölümlerinde çalıştıkları kesinlik kazanamamıştır. Bunların arasında Melik Şah’ın mimarı Urfalı Selami oğlu Mehmet’in, Nisan oğulları’ndan da Hibetullah el Gürgeni’nin burada çalıştığını gösteren yazıtlara rastlanmıştır.
Ulu Cami’nin büyük dikdörtgen bir avlusu vardır. Bu avlu üç yandan çeşitli yapılarla çevrilmiştir. Avlunun batısındaki iki katlı cepheyi Ebu Mansur İlaldı’nın yaptırdığı üzerindeki kitabeden anlaşılmaktadır. Bu bölüm antik çağın tiyatro cephelerini andırmaktadır. Ancak bu cepheye eklenen kitabeler ve silmeler ile değişik bir cephe görünümü elde edilmiştir. Bu arada ikinci katta birbirlerinden farklı kemerler kullanılmıştır. Bu cephe doğu bölümünde 1163-1164 yıllarında İnal oğlu Mahmut ve veziri Nisan oğlu Ali zamanında tekrarlanmıştır. Bu bölüm de iki katlı olup, üst katı kütüphane olarak kullanılmıştır. Burada, sütunların üzerine ve girişte karşılaşılan aslan ile boğa mücadeleleri kabartma olarak işlenmiştir. Avlunun güneyinde ise, doğu cephesine bitişik olan Mesudiye Medresesi önüne de bugün tek katlı olarak görülen sütunlu, sivri kemerli bir revak sırası yerleştirilmiştir. Böylece camiye bir bütünlük kazandırılmış, Mesudiye medresesine de cami ile bağlantılı bir giriş mekânı oluşturulmuştur.
Caminin avlusunun ortasında sekizgen sütunların taşıdığı şadırvan 1849 yılında yapılmıştır. Bu avlunun bir kenarında üçer sütunlu bir namazgâh ile bir de havuz bulunmaktadır. Caminin avluya bakan cephesinin ortasına bir mihrap yerleştirilmiştir. Bunun sağ ve solunda içeriye girişler, pencereler ve caminin yan cephe ile birleştiği yerlere de yeniden birer kapı açılmıştır. Bu duvarı ortasından kesen uzun bir yazı frizi dikkati çekmektedir. Bu cephede üç sıra pencereler açılmış ve bunun üzeri eğimli bir çatı ile de örtülmüştür. Böylece camiye giriş belirli bir şekilde ortaya çıkarılmıştır.
Caminin ibadet mekânı iki ayak sırası ile mihraba paralel üç nef e ayrılmış, bunu n orta bölümünü de daha geniş bir mekân kesmiştir. Bu ayaklar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmıştır. Bu kemerlerin üzerine ikinci bir kemer dizisi daha yerleştirilmiştir. İç mekânın solunda ve doğusuna rastlayan bölümde bir mihrap daha bulunmaktadır. Caminin en önemli bölümü olan mihrap ve minber XIX. yüzyılda yapılmıştır. Caminin ilk yapılışındaki mihrap ve minberi konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. İbadet mekânının üzerini örten tavan kalem işleri ile süslenmiştir. Bu tavan ile duvar arasındaki bağlantıyı sağlayan yere bir yazı frizi yerleştirilmiştir.

Caminin batısındaki bir kapıdan da minareye çıkılmaktadır. Minare kare gövdeli, silindirik külahlıdır. Üzerinde kitabeler bulunmaktadır.

25 Temmuz 2012 Çarşamba

DİYARBAKIRIN TARİHİ




DİYARBAKIR'IN TARİHİ

DİYARBAKIR'IN TARİHİ-2Diyarbakır surları burçların büyüklüğü ve yüksekliği itibariyle birinci, uzunluğu bakımından Çin Seddinden sonra dünyada ikinci olarak bilinmektedir. Surlarda dört ana kapı ( Dağkapı, Urfakapı, Mardinkapı ve Yenikapı) ve surların üzerinde 82 burç vardır. Duvarların yüksekliği 12 m. , genişliği 12 m. uzunluğu ise 5 km. dir. Bugün dahi özelliğini kaybetmeyen önemli burçlar şunlardır: Keçi burcu, Yedi kardeş burcu, Evli beden (Ben-u sen) burcudur.Her tarafı çesitli devir ve medeniyetleri yansıtan kitabeler, asma ve kabartma motiflerle doludur.
Çeşitli yazıtlar,meyve ve tahıl motifleri, silah şekilleri, güneş ve yıldız sembolleri, gamalı haç, kaplan, boğa, çift başlı kartal, akrep ve at kabartmaları bulunmaktadır.
İlk yapılış tarihi bilinmemekte, ancak M.S. 349 yılında Roma imparatoru Konstantinos tarafından genişletilerek bazı kısımları onarılmıştır. Bugünkü şeklini Büyük imparator Justinianus tarafından yaptırılan onarımla almıştır. Yontma bazalt taştan yapılmıs olan Diyarbakır kalesi iç ve dış olmak üzere ikiye ayrılır. İlk surların M.Ö 3000 yıllarında şehrin hakimi olan Huriler tarafından yapıldığı sanılmaktadır.
DİYARBAKIR
Yüzölçümü
: 15.355 km2

Nüfusu:
: 1 milyon 364 bin 209 (2000 sayımına göre)

Komşu olduğu iller
: Malatya, Elazığ, Bingöl, Muş, Batman, Mardin, Şanlıurfa, Adıyaman.

İlçeleri
: Bismil, Çermik, Çınar, Çüngüş, Dicle, Eğil, Ergani, Hani, Hazro, Kocaköy, Kulp, Lice, Silvan.

Köy sayısı
: 743

Eski zamanlarda Amida olarak bilinen Diyarbakır, Dicle Nehri kıyısına bazalt bir yaylaya yayılmıştır. Siyah bazalt taştan yapılmış surlar kenti kuşatmaktadır. 16 kalesi ve 5 çıkış kapısı olan 5.5 km uzunluğundaki bu surlar, yazıtlar ve kabartmalarla dekore edilmiştir ve ortaçağ askeri mimarisinin şahane bir örneğini oluşturmaktadır. 
Selçuklu Sultanı Melik Şah tarafından yaptırılan Ulu Cami, orijinal dizaynı ve hem Bizans, hem de daha eski mimari malzemelerin kullanılmış olması bakımından ilginçtir. Civardaki Mesudiye Medresesi'nin mihrabı yerel siyah bazalttan yapılmıştır. Safa Camii, tuğladan yapılmış minaresi ile Pers etkisini sergilerken, Nebii Camii tipik Osmanlı tarzını temsil etmektedir. Halen bugün kullanılan Meryem Ana Kilisesi ziyaret için ilginçtir. Yakın zamanın yerli mimarisinden bir örnek görmek için yazar Cahit Sıtkı Tarancı'nın restore edilmiş evi görymeye değer yerlerden biridir. Mardin kapısında şimdi otele dönüştürülmüş olan Deliler Hanı (1527) ticaret yapan kervanların Diyarbakır'da durdukları zamanın havasını yaratmaktadır. Tam kent surlarının dışında, ırmak kenarında, bugün bir müze olan Atatürk'ün Evi yer alır. Kentin güneyinde, 1065 yılında yapılmış Dicle Köprüsünde, Dicle Irmağı'nın, köprünün ve kent surlarının fotoğrafını alabilirsiniz. 
Diyarbakır'ın 77 km doğusunda, Silvan'da 1185 yılında yapılmış, zarif görünümlü Ulu Cami'de, kemer kapıları ifade eden ince taş kabartma hatlarını hayranlıkla görebilirsiniz. Neolitik yerleşim yerlerinden biri olan Çayönü'nün tarihi milattan yedi bin yıl öncesine uzanmaktadır. Ayrıca Diyarbakır'da Malabadi Köprüsü, Hassuni Mağaraları ve Zükifil Dağı gidilip görülmesi gereken yerler arasındadır. 
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Mezopotamya' nın kuzeyinde yer almaktadır. MALATYA, ELAZIĞ, BİNGÖL, MUŞ, SİİRT, MARDİN, ŞANLIURFA, BATMAN ve ADIYAMAN illerinin merkezinde tüm bölgesel özellikleri sinesinde toplar. DiYARBAKIR'ın 12 ilçesi bulunmaktadır. Kent 5000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Tarihin her döneminde büyük medeniyetlerin, kültürel ve ekonomik hareketlerin merkezi ola*rak kabul edilen DİYARBAKIR, 26 Medeniyete beşiklik etmiştir. M.Ö. 3000 yıllarında Hurrilerden başlayarak, Osmanlılara kadar uzanan yoğun bir tarihi olan DİYARBAKIR'da yaşayanlar devirlerine ait eserlerle şehri ölümsüzleştirmişlerdir. Bu eserlerin başında şehri bir kalkan balığı gibi kuşatan ve Çin Seddinden sonra Dünyada ikinci sırada kabul edilen surlar gelmektedir. Kara Amid olan kentin adı 1869 tarihinde DiYARBEKiR, 10. 12. 1937 tarihinde de DiYARBAKıR olarak değiştirilmiştir. DiYARBAKıR ili sönmüş volkanik Karacadağ'dan Dicle Nehrine uzanan geniş bazalt platosunun doğu kenarında, Dicle vadisinde 100 Metre yükseklikte, yarım çanağı andıran bir zemin üzerinde kurulmuştur. 100 yıllardır çevresine bolluk ve bereket veren, GAP projesi ile bu ve*rimliliğini çok daha artıracak olan ünlü kutsal nehir Dicle DİYARBAKIR'dan geçmektedir. Isının 40-50 dereceye vardığı, yaz günlerinin bunaltıcı sıcağından kurtulmak isteği ile doğan düz dam" evleri ile tipik yöre mimarisinin günümüzde de yaşatıldığı DİYARBAKIR tüm çevresi ile gezilip görülmesi gereken bir ilimizdir.

DiYARBAKIR'DA BULUNAN TARiHi KALINTILAR
DELiLLER HANI: Hüsrev Paşa Hanı adıyla anılan yapı 1527 yılında aynı şahıs tarafından yaptırılmıştır. Halk arasında Deliller hanı denilmesinin nedeni her yıl islam ülkelerinden Hicaza gitmek üzere bu handa toplanan hacı adaylarını götürecek delillerin burada kalmalarındandır. Yapı iki katlıdır. Restore edilerek 120 yataklı turistik modern bir otel olarak hizmete açılmıştır. HASAN PAŞA HANI: Ulu Camii'nin karşısındadır. Osmanlı*lar dönemi 3. Valilerinden Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572-1573 yıllarında yaptırılmıştır. ARKEOLOJi MÜZESi: DiYARBAKıR ve çevresinden sağlanan çoğunluğu Hitit, Asur, Roma, Bizans, Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı'lara ait eserlerin sergilendiği bu müzede neolitik çağa ait eserlerde bulunmaktadır. Bu müzedeki arkeoloji ve etnografik eser sayısı: 10.000 aşmaktadır. ZiYA GÖKALP MÜZESi: Ziya Gökalp'in doğdu ev müze haline getirilerek, şahsi eşyaları sergilenmektedir. CAHiT SITKI TARANCI MÜZESi: Cumhuriyet devrinin ünlü şairlerinden Cahit Sıtkı Tarancı' nın doğduğu ev 1973 yılında müze haline getirilmiştir. Aynı zamanda DiYARBAKıR mimarisinin tüm özelliklerini taşıyan müzede ünlü şairin şahsi eşyaları da sergilenmektedir. ATATÜRK MÜZESi: Mustafa Kemal ın 1916 yılında DiYARBAKıR da Kolordu Komutanı iken karargah olarak kullandığı iç kaledeki bina, Atatürk'e ait hatıra eşyaların ve resimlerin sergilendiği bir müze haline getirilmiştir. Gazi KÖŞKÜ : Gazi veya Seman Köşkü de denilmektedir. Şehrin güneyindeki Dicle vadisinin hakim bir noktasında bulunmaktadır. Köşkün içinde Atatürk'ün kullandığı eşyalar bulunmaktadır. 1937 yılında DiYARBAKıR Belediyesince alınan köşk Atatürk'e armağan edilmiştir. Burası DiYARBAKıR' lıların gezi ve mesire yeridir, nefis bir manzaraya sahiptir. DİCLE KÖPRÜSÜ: On Gözlü Köprü de denilir. Köprü kesik on kemer üzerine bloklarla karaya birleşir. Üzerindeki kitabesinden Hicri 457 (Miladi 1065) tarihinde Mervaniler zamanında inşaa olunduğu ve mimarının Übeydoğdu Yusuf isimli biri olduğu anlaşılmaktadır. DiYARBAKIR FOLKLORU : Tarih boyunca oluşan kültür mirasından yararlanan ünlü bilgiye düşünürleri yetiştirmiş olmakla öğünen DiYARBAKıR aynı zamanda folklorik özellikleri ile de zengin bir etnografik kaynaktır. Köyünde, kendinde gelmiş geçmiş uygarlıkların köklü ve tükenmez kültürleri de saklıdır. Karacadağ eteklerinde dokunan kilim ve cicimlerde, heybe, çorap ve keçelerde işlenen renk renk motifler tarihin derinliklerinden gelme çeşitli sembollerin canlı ve sıcak birer örnekleridir. Davul ve zurna eşliğinde oynanan DiYARBAKıR oyunları yörenin aşk, ızdırap ve bazen de aşiretlerin sosyal durumlarını konu alır. Oyunlardan bazıları; Delilo, Halay, esmer, Çaçan Tekayak, Çiftayak ve Çepiktir. Bu oyunların kendilerine özgü özellikleri, ayrı figür ve hareketleri de vardır. Günümüzde Büyük ilgi gören DiYARBAKıR folkloruna da giren ipek puşular DiYARBAKıR' da el tezgahlarında dokunur. Ancak günümüzde tezgah sayısı gittikçe azalmaktadır. 1973 yılında Münih El Sanatları Fuarında Altın Madalyayı DiYARBAKıR Puşusu almıştır. DiYARBAKIR KARPUZU: Bir çocuğun içine rahatlıkla girebildiği 40-60 kiloluk ünlü karpuzları dünyaca bilinir. Özel olarak Koğa denilen güvercin gübresi ile Dicle kenarında yetiştirilen bu karpuzların tadIna doyum olmaz. Karpuz bu gün artık DİYARBAKIR' ın simgesi haline gelmiştir. p PRATiK BiLGiLER ULAŞIM Geniş bir enterlandı olan il merkezi karayollarının bir kavşak noktasıdır. DiYARBAKıR' a kara, hava ve demiryolu ile ulaşım sağlanabilmektedir. Her gün ANKARA ile iSTANBUL'dan düzenli Uçak seferleri yapılmaktadır. DiYARBAKıR' dan hemen hemen Türkiye'nin her yerine Otobüs ile yolculuk mümkündür. Ayrıca Ortadoğu ülkelerine Taksi ile yolcu taşımacılığı da yapılmaktadır. DiYARBAKıR' dan iSTANBUL 1272, ıZMiR 1460, ANKARA 946, MERSiN 610, KONYA 890, ADANA 542, KAYSERi 620, MALATYA 263, ŞANLIURFA 184, ELAZIĞ 162, VAN 383, MARDiN 94, MUŞ 262 Kilometredir. Demiryolu bulunan tüm hatlarda DİYARBAKIR' dan tren seferleri.yapllmaktadır KONAKLAMA: DİYARBAKIR da 14 adet turizm belgeli ve çok sayıda Belediye denetiminde otel bulunmaktadır. Otellerin çoğu kentin merkezinde bulunmaktadır. Oteller yerli ve yabancı konukların ihtiyaçlarına ve isteklerine cevap verebilecek niteliktedirler. DiYARBAKıR' da kamping alanı olmamasına karşın Dicle nehrine yakın bir kamu kuruluşuna ait alanda kamp yapma imkanı sağlanmaktadır. YEME-İÇME VE EĞLENCE YERLERI: Belediye belgeli lokantaların yanı sıra yöreye özgü yemeklerin yenilebileceği turizm belgeli restoranlarda vardır. Diyarbakır'ın en meşhur mahalli yemeği Kaburgadır. Son derece lezzetli olup kaburga etlerinin içine baharatlı pilavın konup, fırında lezzetlendirilmesiyle oluşur. Gece hayatı bakımından bölgenin en hareketli kenti olan DiYARBAKıR' da birçok içkili restoran birahane, gece klüpleri ve lokaller bulunmaktadır. EL SANATLARI: 1. Dünya Savaşına kadar çok ileri bir seviyede olan DiYARBAKıR el sanatları arasında kuyumculuk, bakırcılık ve ipekçilik günümüzde de önem ve özelliğini korumaktadır. KONYA'daki Mevlana Türbesi'nin ikinci kapısı, Bağdat'taki imam-ı Azam Türbesi'nin nefis altın ve gümüş işlemeli kapısı ile avize, şamdan ve kandilleri de DiYARBAKIR' da yapılmıştır. DİYARBAKIR'DA BAZI AYLARIN SICAKLIK ORTALAMASI : NisAN13°, MAYIS 19°, HAZiRAN 26°, TEMMUZ 31 °, AĞUSTOS 30°, EYLÜL 25° 
DİYARBAKIR KALESi: Çin Seddinden sonra Dünyada ikinci olan DiYARBAKıR Kalesi surları hiç kuşkusuz görülmeye değer yerlerin başında gelir. Yapısı, sağlamlığı, taşıdığı yazıtlar, kabart*malar ve şekillerle surlarda 12 uygarlığın kitabelerini okumak mümkündür. Büyük yazar A. Gabriel DiYARBAKıR Surları tek ba*şına kitabeler müzesi sayılabilir diyor. Kalenin ik yapılış tarihi bi*linmemekte, ancak M.S.349 yılında Roma imparatoru Konstantinus tarafından genişletilerek bazı kısımları onarılmıştır. Kalede 4 kapı bulunmakta ve bunlar 4 ana yöne açılmaktadırlar. Daha sonra şehrin gelişmesiyle surlarda yeni kapılar açılmıştır. Surlar 5 kilometre uzunluğunda ve şehri bir kalkan balığı gibi ku*şatmaktadır. Duvar yüksekliği 12 metre, genişliği 3-5 metre olan surların 82 adet burcu vardır. 
EVLi BEDEN BURCU (BEN-U SEN BURCU) : Artuklu hü*kümdarı Melik Salih adına 1208 yılında mimar ibrahim tarafın*dan yapılmıştır. Bilhassa burcu bir kuşak gibi sarmış olan kitabesi önemli bir sanat eseridir.
YEDİ KARDEŞ BURCU: Artuklu Hükümdarı Melik Salih adına 1208 yılında mimar ibrahim oğlu Yayha tarafından yapılmış olan bu burçta Selçukluların sembolü çift başlı Kartal, Aslan kabart*maları ve meşhur kitabeleri ustaca işlenmiş olup, mimari değeri büyük bir burçtur.
KEÇİ BURCU: Mardin kapısının doğusunda yontulmuş olan kaya kitlesinin üstüne inşa edilmiş olan Keçi Burcu; surlar üze*rinde bulunan burçların en büyüğü ve en eskisidir. inşa tarihi bi*linmemekle beraber 1223 yılında Mervan oğulları tarafından onarılmıştır. Bu muhteşem burç içinde 11 kemer bulunmaktadır. Eskiden mabet olarak kullanıldığı sanılan burcun son bölümün*de bir kuyu veya yeraltı geçidini andıran dehliz bulunmuşsada beton bir blokla üstü kapatılmıştır.
ULU CAMİ: Çok sağlam, kara taştan yapılmış, Anadolu'nun en eski camiierindendir. M.S.639 yılında islam orduları DiYAR*BAKıR'ı fethedince Mar-Toma Kilisesi'nin camiiye çevrilmesiyle kurulmuştur. islam aleminde 5. Haremşerif olarak tanınmaktadır. Duvarlarında birçok uygarlığın kitabesi bulunmaktadır. 
SAFA CAMİİ:Palu (Parlı) Camii ismi de verilen yapı 1532 yı*lında yapılmış bir Akkoyunlu eseridir. Çini ve motiflerle süslen*miş çok zarif olan minaresinin son zamanlara kadar kılıfla muhafaza edildiği söylenmektedir. Batısında büyük Hekim Muslihiddin-i Lari'nin mezarı vardır. 
BEHRAMPAŞA CAMİİ: 1572 yılında DiYARBAKıR Valisi Behram Paşa tarafından yaptırılmış Osmanlı eseridir. Giriş kapısının üstündeki sağ ve sol sahanların ters düzeninin bugünkü in*şaatlarda kullanılan modern sıkıştırma usulünün günümüzden 400 sene önce taş inşaatına tatbiki suretiyle yapılması fen adamları*nın dikkatini çekmekte ve takdirini kazanmaktadır.
HAZRETi SÜLEYMAN CAMİİ: Camii'nin diğer adları da Na*sıriye Kale Camii'dir. 1155-1169 yılları arasında Nisanoğlu Ebul*Kasım tarafından yaptırılmıştır. Camiinin bitişiğindeki Halid Bin Velid'in oğlu Süleyman ile DiYARBAKıR'ın Arap'lar tarafından alın*ması sırasında şehit düşen diğer sahabeler yatmaktadır. Camii Selçuklu tarzında, mimarisi ise Arap usulüdur. 
NEBİİ CAMİİ: Akkoyunlu eseri olup, 15. Yüzyıldan kalma taşla örtülü tek kubbeli bir camiidir. Minaresinde Peygamber Efendi*mizden (Kaalen Nebiye) diye bahseden kitabelerin çokluğundan dolayı Nebi veya Peygamber Camii denildiği sanılmaktadır. 1530 yılında Hacı Hüseyin adlı bir kasap tarafından yaptırılan minare*si 1960 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce yeri değiştirilerek onarılmıştır. 
FATİHPAŞA CAMİİ: Kurşunlu Camii'de denilmektedir. 1516-1520 yılları arasında şehrin ilk Osmanlı valisi DiYARBAKıR'lı Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. ilk Osmanlı eseri*dir. Duvarlı çok güzelOsmanlı çinileri ile kaplıdır. Mihrabı ve min*beri görkemli bir sanat yapıtı olan camii'nin ayrıntıları Selçuklu tarzındadır. Cumhuriyet devrinde onarılan camii'nin yanında birde türbe vardır.
HÜSREVPAŞA CAMİİ: Osmanlı devri DiYARBAKıR Valile*rinin ikincisi olan Hüsrevpaşa tarafından 1512-1528 tarihleri ara*sında yaptırılmıştır. Bina önce Üsreviye Medresesi adı ile yaptırılmıştır. Kesme taştan yaptırılmış olan minaresi Selçuklu tar*zında olup, sarkıtlarla süslüdür. 
MELEK AHMET CAMİİ: Melek Ahmet Paşa tarafından 16. Yüzyılda yaptırılmıştır. Tümü çiniden yapılmış mihrabı çok ilgi çe*kicidir. Minaresine yarıya kadar birbirini görmeyen iki merdiven*le çıkılır, yarıda bu iki merdiven birleşir. Kaidesinin süslemeciliği oldukça inceliklidir. Çini mozaiklerle süslü kabartmalar ince ve ustalıkiı bir beğeni örneğidir.
İSKENDER PAŞA CAMİİ: Vali iskender Paşa tarafından 1551 yılında yaptırılmıştır. Önünde şadırvanı, doğusunda türbesi var*dır. Kara ve beyaz taşlarla süslü olan camii güzel bir Osmanlıeseridir. 
DÖRT AYAKLI MİNARE: Akkoyunlu Kasım Han tarafından yaptırılan Şeyh mutahhar Ca*mii'sinin dört ayaklı minaresi yekpare dört sütun üzerinde inşaa ettirilmiş ilginç anıtlardandır. Minarenin sütunları altından yedi defa geçenin her dileğinin yerine geldiğine inanılır. 
MESUDİYE MEDRESESİ: Ulu Camii'nin kuzeyinde ve cami*i'ye bitişiktir. 1198 yılında Artuklu Melikül Mesut Kutbudin Ebu Muzaffer Sokman zamanında inşaasına başlandığı üzerindeki ki*tabeden anlaşılmaktadır. Motif ve kitabeleriyle çok değerli bir sanat eseri olan medresenin avlusundçıki mihrabın iki yanına ustaca yer*leştirilmiş döner taş sutünlar binanın herhangi bir yerinde mey*dana gelecek çökmeyi veya kaymayı tespit için konulmuştur. Bina kesme taştan iki katlı olarak yapılmştır. Mesudiye medresesi içinde öğrenim yapılan Anadolu'nun ilk üniversitesidir.
ZİNCİRİYE MEDRESESİ: Sincariye Medresesi'de denilir. Bina 1198 yılında yapılmış olup, mimarının adı isa Ebu Dirhem'dir.
MERYEMANA KİLİSESİ: 3. Yüzyıldan kalmadır. Zamanla bir*çok onarım görmüş olup, Bizans devrinden kalma mihrabı, Ro*ma biçimi kapısı ilginçtir. Kilisede bazı azizlerin türbesi bulunmaktadır. Şehrimizin en güzel Süryani Kadim Yakubi mez*hebi kilisesidir. Diğer bir kilisede Keldani Kilisesidir.