} -->

Social Icons

13 Mayıs 2013 Pazartesi

DİYARBAKIR HZ. SÜLEYMAN CAMİİ


Kale – Hz Süleyman Camisi (Mizgefta Hezretî Silêman)
Kela Navîn’in sur duvarlarına bitişik olarak inşa edilen cami, halk arasında Hz. Süleyman ve Nasiriye Cami olarak da bilinir. Diyarbakır’ın müslümanlar tarafından alınması sırasında şehit düşen 27 sahabe burada defnedilmiş, daha sonra burası bir ziyaret ve ibadet yerine dönüşmüştür. Caminin üzerinde bulunan kitabeye göre, 1156-1179 yılları arasında Nisanoğulları Dönemi’nde Ebul Kasım Ali tarafından yaptırılmıştır. Bu türbede caminin içine ve avluya açılan iki tarihi kapı vardır. Caminin bitişiğindeki türbede yatan sahabelerin varlığı ve bu sahabelerle ilgili efsanelerden dolayı özellikle perşembe akşamları ve cuma günleri yoğun olarak ziyaret edilir.
27 Sahabe Efsanesi:
Murtaza Paşa döneminde bu şehit sahabelerin türbedarı Şeyh Muhyiddin Efendi imiş. Türbedar her perşembe akşamı şehitlerin cenazelerinin bulunduğu mahzene iner, onların bozulmamış bedenlerindeki yaralarından akan kanı pamukla siler ve temizlermiş. Bir gün pamuk alacak parası kalmadığı için çarşıda sıkıntı içinde gidip gelmeye başlamış. Bir ara ak harmanili bir zat karşısına çıkmış ve kendisine  para vermiş. Türbedar bu para ile pamuk alıp, şehitlerin kanını silmek üzere mahzene gitmiş. Şehitlerin üzerinde Murtaza Paşa tarafından yenilene
n bir örtü varmış. O güne kadar örtüyü kaldırıp cenazelere bakmayan türbedar, merak edip örtüyü kaldırmış ve örtünün altında gördüğü kişinin çarşıda kendisine para veren zat olduğunu görmüş ve korkudan dili tutulmuş. Bu olay duyulunca şehitlerin kanları artık akmaz olmuş, bir süre sonra mahzene açılan kapı duvarla örülmüştür.
Şu an bu mahzene inen herhangi bir kapı yoktur ve eski kapının da nerede olduğu bilinmemektedir. Bu sahabelerin isimleri Murtaza Paşa döneminde yazıldığı anlaşılan manzum bir kitabe üzerinde yazılıdır:
“Reis-i cümledir Sultan Süleyman
Rıdvan kardeşi Mesud ey can
Beşir u Hazma, Amr u Şabe, Sabi
İki Zeyd, iki Halid, biri Numan
Muhammed iki, Abdullah üçdür
Hasan nam iki, biri Kab’i Zişan
Fudayl u Malik u Fahr u Ebul Hamd
Ebi Nasr u Magir’e eyle izan. ”
Buradaki isim listesinden 27 sahabenin burada yattığı anlaşılır.








25 Nisan 2013 Perşembe

DİYARBAKIR KEÇİ BURCU

...DİYARBAKIR KEÇİ BURCU...
Eski bir masal kenti Diyarbakır. Surların ve zamanın gizemli derinliklerinde bir keşfe çıkıyoruz.

Diyarbakır surları 5,5 km. uzunluğu, 12 metre yüksekliği, 5 metre kalınlığı ile Çin Seddi'nden sonra yeryüzünde en büyük sur olma özelliğini taşıyor. Dicle vadisinden yaklaşık 100 metre yükseklikte geniş birdüzlük üzerine kurulmuş. Dış kalenin 82 burcu var. Burçlar arasında geniş bir yol var. Duvarlar 70 santimetre kalınlığında. Burçlar çoğunlukla yuvarlak, ancak dört ve altı köşeli olanlar da var.






 Keçi Burcu Mardin kapısından yüz metre doğuda yer alıyor. Mardin kapı ve Keçi burcu arasındaki beden duvarları ve burçları Halife Murtezid Billah’ın Diyarbakır’ı ele geçirdikten sonra asilerin barınağı olarak kullanılmasını önlemek amacı ile yıktırdığı kaynaklarda geçer.

Keçi Burcu sur burçlarının en büyüğü ve aynı zamanda en eskisi. Yontulmuş bir kaya kütlesine inşa edilmiş

. Milattan önce şehrin hâkimi olan Hurriler tarafından yapılan ve milattan sonra 349 yılında Roma İmparatoru Konstantinos tarafından genişletilerek bazı kısımları onarılan Keçi Burcu’nun, İmparator Justinianus tarafından bugünkü şekline getirildiği tahmin ediliyor. Merdivenlerle burca çıkılan kısımda beyaz kalker taşından yapılmış 1223 yılında Mervanoğulları tarafından onarıldığını belirten bir kitabe var. Bu kitabenin altında kare planlı bir pencere bulunuyor. Burcun en dip kısmında bir demir kapı kanadı olan bir giriş var.

Surların en büyük burcu olması ve yontulmuş bir kaya kütlesiyle Dicle’ye bakan yamaçta olması bu burcun aynı zamanda bir gözetleme kulesi olarak işlev görmüş olabileceğini düşündürüyor. 

Burcun üzerinde çok sayıda mazgal pencere var. Burç içerisinde 11 kemer bulunuyor. Eskiden tapınak olarak kullanıldığı sanılan burcun son bölümünde bir kuyu ve yeraltı geçidini andıran dehliz bulunmuş fakat üzeri beton bir blokla kapatılmış. Keçi Burcu'nun hemen yanında uçuruma yaklaşık bir metre mesafede ufak bir geçit yer var.

17 Mart 2013 Pazar

Diyarbakır Hasan Paşa Hanı

                      Diyarbakır Hasan Paşa Hanı 


Hasan Paşa HanıDiyarbakır'da Ulu Camii'nin doğu girişinin karşısında, Gazi Caddesi'nin üzerinde yer alan tarihî han. Hanın iki kitabesinden öğrenildiğine göre, Diyarbakır'ın Osmanlılar tarafından alınmasından sonra üçüncü vali olan Sokollu Mehmet Paşa'nın oğlu Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572 ve 1575 yılları arasında yaptırılmıştır.


Diyarbakır valilerinden Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572 ve 1575 yılları arasında inşa etti­rilmiş olan bu han tarih boyunca Diyarbakır'ı ziyaret eden sey­yahların da hemen dikkatini çekmiş ve han hakkın­da seyyahlar önemli bilgiler vermişlerdir 

                                                                                       Tarihçe

1612 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Leh Simeon, şehre geldiği zaman indiği Hasan Paşa Hanı'nı şu şekilde tasvir etmiştir:
...Muazzam kârgir bir bina olan bu hanın 500 beygiri barındırabilecek yer altında iki ahırı, renga­renk demir parmaklıklarla çevrilmiş çok güzel ha­vuzu, üç kat üzerine birçok kârgir odaları vardı...
Yine daha sonraki tarihlerde Diyarbakır'a gelen Evliya ÇelebiGugios İnciciyan ve James Silk Buckingham Hasan Paşa Han'ından önemle bahsetmişler­dir. Bunlardan Buckingam'ın 1815 yılı için verdiği bilgiler arasında hububat piyasasının burada toplan­dığı hakkındaki kaydı, 19. yüzyılda da bu hanın büyük bir öneme sahip olduğunu göstermektedir.
Hasan Paşa Hanı'nın 19. yüzyılın ilk yarısında da Diyarbakır'ın en önemli hanlarından birisi olduğu görülmektedir. 3 Ekim 1792 tarihinde Diyarbakır va­lilerinden Abdi Paşa'nın kethüdası Nuh Beğ zimme­tinde olan 54.000 kuruşu ödemediğinden bütün mal­ları bu handa hıfz edilmiştir. 25 Aralık 1802 tarih­li bir fermandan, Diyarbakır'da eceliyle vefat eden Di­yarbakır valisi Zühtü İsmail Paşa'nın eşyalarının yine Hasan Paşa Hanı'nda toplandığı anlaşılmaktadır. 5 Ağustos 1843 tarihli bir arzda da muhtemelen 1833 yılında Diyarbakır'da vuku bulan yangın esnasında Fransız rahiplerinden birinin eşyalarının kurtarılarak burada saklandığı görülmektedir. Bütün bu belge­ler, Hasan Paşa Hanı'nın incelenen dönemdeki öne­mini ortaya koyduğu gibi Diyarbakır'a dışarıdan gelip bu handa vefat eden tüccarların tereke kayıtları da Hasan Paşa Hanı'nın önemli bir tüccar hanı olduğu­nu göstermektedir.
Temmuz 1724 tarihli bir hüccetten Şehit Mehmed Paşa evkafından olduğu tespit edilen hanın, 19. yüzyılda yan hasılatının Rağibiyye Medresesi'ne ait olduğu görülmektedir. Diyarbakır ulemasın­dan Küçük Ahmed ve Hacı Mehmed Ragıb Efendi 1840 tarihli arzlarında, söz konusu hanın yan hası­latının Rağibiyye Medresesi'ne ait olduğunu ancak 1833 yılından beri askere kışla ittihaz edildiğini be­lirterek, 7 senelik icarın yarısı olan 3.000 kuruşun ödenmesini ve hanın askerden tahliyesini istemişler­dir. Bununla birlikte 11 Nisan 1842 ve 7 Eylül 1842 tarihli vilayet masraf defterinden anlaşıldığı üzere, Hasan Paşa Hanı'ndaki askerler buradan tahli­ye edilmemiş ve ikamet etmeye devam etmişlerdir. Ancak söz konusu defterlerden 6 ay için 400 kuruş olmak üzere hanın icarının ödendiği anlaşılmaktadır.







Restorasyon

Restorasyonda Muğla’dan getirtilen çeşitli malzemelerin karışımından özenle hazırladıkları Horasan Harcı da denilen bir harç kullanılmıştır. Bu harç hem yapının orijinal dokusuna uygunluğu hem de binlerce yılı bulan ömrü ile sağlamlığından dolayı tercih edilmiştir.Yapının kimi bölümleri de yalnızca silme denilen bir zımparalama işlemine tabi tutulmuştur.
Handa günümüzde telkari işi süs eşyasından antikaya kadar çeşitli eşya satan dükkânların yanı sıra lokanta ve cafelerle bir kitapevi de mevcuttur. Hemen her yaştan insanın uğradığı han Diyarbakır'ın tarihi ve turistik yapıları arasında yer almaktadır.

Özellik

Hasan Paşa Hanı’nın en çok dikkat çeken yerlerinin başında batı cephesi gelmektedir. Üzerinde kare bir çerçeve içerisine alınmış olan kufi yazılı batı kapısı dışarıya taşkınlık yapmamakta içeriye dönük bir eyvana benzemektedir. Basık kemerli bir kapıdan geçildikten sonra beşik tonozlu bir kısma oradan da avluya çıkılmaktadır. Avlunun ortasında altı sütunlu, bezemesiz bir şadırvan bulunmaktadır ve buradaki alt kat odaları sivri kemerlerle avluya açılmaktadır. Buradaki revakların üzeri beşik tonozlarla örtülmüştür. Altı beşik tonozlu dükkânların ikinci katından taşan iki süslü pencereyle dışarıya açılan orta kısım yapıyı tamamlamaktadır. İki renkli taş sıralarının yatay olarak cephelerde kullanılması yapıyı olduğundan da uzun göstermektedir. Handa dikkat çeken diğer bir yanı da iki katın revaklarında yer alan sütunların birbiri üzerine oturmasına karşılık ikinci katta avluya doğru taşan taş konsolların yer almasıdır. Hasan Paşa Hanı günümüzde çeşitli amaçlarla kullanıldığından özelliğini kısmen olsa yitirmiştir.